Kapa Çeneni Ramsdale


Bu makalelerin iyi bir hikâyeyle başlaması gerekiyor, değil mi? Belki komik bir giriş yapmalıyım. Heyecan verici bir başlangıç olmalı.

Ancak küçük bir sorunumuz var.


Arsenal'e katıldığım günleri düşünüyorum da benim diğer arkadaşlarınki gibi hikâyelerim yok. "Evet, Wenger beni aradı." veya “Taraftarlar evimin önüne gelip adıma tezahürat yaptı.” diyen oyuncular gördüm.

Ama benim hikâyem öyle mi? Haber çıktığında hatırlayabildiğim tek şey, tüm dünyanın bana berbat biri olduğumu söylediğiydi.

Aslında her şey çok iyi başlamıştı. İngiltere tarafından Avrupa Şampiyonası öncesi hazırlık kampına çağrılmıştım. O yaz kadronun bir parçası olmak harika bir duyguydu. Oradayken menajerim, Arsenal'in benimle "ilgilendiğini" söyledi. Bugünlerde futbolda bunun ne anlama geldiğini asla bilemezsiniz. Çok heyecanlanmamaya çalıştım.

"İlgi mi? Bu ne demek?" dedim.

"Bilmiyorum. İlgi var." dedi menajerim.

"Yani beni transfer etmek mi istiyorlar?"

"Belli değil ama ilgileniyorlar."

Ertesi gün Bukayo Saka'ya rastladım. Onu henüz o kadar iyi tanımıyordum. Bu yüzden "Ona soramam sanırım." diye düşündüm.

Yani ne diyecektim ki?

"Günaydın Bukayo. Nasılsın? Kulübünün benimle ilgilenip ilgilenmediğini biliyor musun?"

Çok saçma.

Ama tam da böyle yaptım.

Bana haberin gerçek olduğunu söyledi. Teknik direktör kendisini arayıp karakterimi, nasıl biri olduğumu sormuş. Sanırım Bukayo ona iyi bir çocuk olduğumu söylemiş ki birkaç gün sonra menajerimden transferin gerçekleştiğine dair bir telefon aldım.

İnanılmaz. Arsenal Futbol Kulübü. Hayatımın en güzel günlerinden biriydi. Arkadaşlarımın hepsi bana mesaj atıyordu: “Sen efsanesin! Efsane!” Ailem çok sevinçliydi. Bundan iyisi olamazdı.


Antrenmandan dönünce telefonu elime aldım ve âdeta yanıyordu. 100 civarı bildirimi görünce şaşırdım. O zamana dek günde 15-20 bildirim alırdım ve üç tanesi annemden olurdu. Twitter'a girdim ve haberin yayıldığını gördüm. İnsanlar benimle dalga geçiyordu.

SAKIN GELME! BERBATSIN! 💩

İKİ KEZ KÜME Mİ DÜŞMÜŞ? KORKUNÇ BİR TRANSFER.

24 MİLYON POUND MU? APTAL.

Arada bir tane güzel mesaj vardı:

Kuzey Londra’ya hoş geldin, Aaron! 🙂

Sonra yeniden başlıyor:

EZİK. EZİK. EZİK.

İlk şoktan sonra "Peki, öyle olsun." dedim içimden. Bildirimlerimin açık olması benim hatamdı. Modern futbol böyle bir şey. Sosyal medya zehirli. Bunlar sadece birkaç trol. Sorun değil.

Genelde odamda televizyon izlerim. Futbol, bildiğim tek rahatlama yöntemi. Ben bir deliyim. Eşime sorabilirsiniz. Aslında futbol oynayan bir futbolseverim. Arabadaysam futbol podcast'leri dinlerim. Evdeysem ve Georgina televizyon izliyorsa ben de onun yanındaki koltukta iPad'imden Sky'da hangi maç varsa onu seyrederim.

O gün de Sky Sports News'i açtım. Ekrana oyuncuların fotoğrafları geliyor ve eski futbolcularla yorumcular o isimler hakkında konuşuyor. Benim de fotoğrafım gözüktü ve yorumcular hiç heyecanlanmamıştı.

"Kötü transfer. Arsenal seviyesi için yeterli değil."

"Çok fazla para verilmiş. Bunu sevmedim."

"İki kez küme mi düşmüş?  24 milyon pound mu? APTAL."

Sonuncusu tabii ki şakaydı. Ancak sohbetin genel havası bu şekildeydi. Kesinlikle beni beğendikleri söylenemezdi. İdolleştirerek büyüdüğünüz efsanelerin, tüm ülkenin önünde size çöp demesini izlemek ilginç bir deneyim. Bu beni gerçekten olumsuz etkiledi. Sevinçten havalara uçan ben, birkaç saat içinde gerçeklerle yüzleştim.

Televizyonu ve tüm sosyal medya bildirimlerimi kapattım.

Neyse ki Avrupa Şampiyonası'ndan sonra ortam biraz sakinleşti. Hayallerimin kulübüne geldiğim ve böyle bir deneyime başlayacağım için çok heyecanlıydım.

Arsenal. İnanılmaz. Söylenenleri ve trolleri unutun. Şimdi kutlama zamanı.

Arkadaşlarımı aradım. Onlar benim efsanelerim. Beni asla hayal kırıklığına uğratmazlar.

Eve geldiler ve ağızlarından çıkan ilk söz...

"İnsanların senin hakkında neler dediğini görüyor musun?"

"Hayır! Bilmek istemiyorum!"

"Dostum, bazı espriler çok komik. Baksana."

Aman Tanrım.


Kalecilik yapmak için biraz deli olmak gerektiği söylenir. Ancak ailemdeki en normal kişi benim.

En büyük kardeşim Edward, bir cezaevinde gardiyan. Ortanca kardeşim Oliver, West End'de aktör. Babam ise gelenekçi bir insandır. Kalecilerin topla daha çok oynadığı bu süslü Avrupa futbolundan hiç hoşlanmaz. Arteta'yı arayıp ona "TOPU 9 NUMARAYA ŞİŞİR, EVLAT." diyeceğinden bahsederdi.

İşte benim babam.

Annem çok evhamlıdır. Abim arkadaşlarıyla bara gitmişse eve sağ salim döndüğünü mesajla bildirene kadar annem uyumaz. 32 yaşındaki abimin hâlâ mesaj atması gerekiyor: "Eve geldim anne, seni seviyorum."

Ailenin en genci ve muhtemelen en az ilgi çekeni benim. Ne zaman insanlar bana bu futbol hayalimin peşinden gitmemin cesurca olduğunu söylese sadece gülüyorum. Oliver ailenin gerçek süperstarı. Cesur olan o. Üniversite için Bedford'a gitmesine üç hafta kala aileme fikrini değiştirdiğini söyledi. Beden eğitimi öğretmeni olmak istemiyordu. Hayalinin peşine düşmek ve tiyatro okuluna gitmek istiyordu. Bavulunu topladı ve tamamen farklı bir hayata atılmak üzere Londra'ya gitti.

Ancak yaptığı en cesurca hareket bu değildi. Ona hayranlık nedenim başka. Kardeşim bir eşcinsel ve okula gittiğinden beri hayatını açık, özgün bir şekilde yaşadı. Onun kardeşim olduğunu söylemekten gurur duyuyorum. Bu konudan daha önce bahsetmemiştim ama şu an futbol dünyasında yaşananlardan dolayı bundan söz etmemin önemli olduğunu düşündüm. Oliver birçok yönden bana çok benziyor. Sıradan biri. Futbolu, arkadaşlarıyla takılmayı ve Arsenal'i seviyor. Birbirimizle gurur duyuyoruz.

Yıllardır hem soyunma odalarında hem de sosyal medyada, homofobik yorumlar yapıldığını ya da aptalca şeyler söylendiğini duyduğumda hep içime attım. Sanırım kardeşim de benim hayatımı kolaylaştıracağını düşünerek aynı şeyi yapmıştır.

Bunların hepsi bugün bitiyor.

Böyle açık konuşmak kolay değil ama asla "doğru zaman" diye bir şey yok. Yaz başından beri ailemin de teşviğiyle bu makale üzerinde çalışıyorum.

Hikâyemi anlatıyorsam bunu eksiksiz yapmalıyım.

Arsenal'e imza attığımda, kendi kişiliğimle ilgili söylenenlerle başa çıkabilirdim. Ancak bazı yorumlar ailemle ilgiliydi ve çizgiyi tamamen aştılar.

Bir kaleci olarak bugüne kadar duymadığım söz yoktur. Hakkımda hemen hemen her şeyi söyleyebilirsiniz ve ben de gülerim. Hatta dönüp size cevap da verebilirim. Ancak homofobiye ya da nefrete varan bir söz söylenmişse bu kesinlikle yanlıştır.

Yorumları şimdiden duyabiliyorum.

"Kapa çeneni, Ramsdale. Sen futbolunla ilgilen delikanlı."

Ama bu zaten futbolla ilgili. Futbol herkes içindir. Eğer aynı fikirde değilseniz belki de çenesini kapatıp aynaya bakması gereken kişi sizsinizdir.

Sınırı aşmadan bana birçok şey söyleyebilirsiniz. Ben de herkes gibi bir futbol taraftarıyım. Kulübüm benimle sözleşme imzalasaydı muhtemelen ben de buna kuşkuyla bakardım. Arsenal’e gelene kadar hayatım reddedilişlerden ibaretti.

Kaç kez başarısız olduğumu ilk benden duyun.


15 yaşındayken Bolton tarafından serbest bırakıldım çünkü forma bile büyük geliyordu. O kadar küçüktüm ki sanki babamın formasını giyiyor gibiydim. Aynı bölgedeki beş veya altı kulübe daha gittim ve hepsi beni reddetti.

Çok utanç vericiydi. Okulda sadece futbol ve nasıl kaleci olacağım hakkında konuşuyordum. Bay Kerr diye harika bir İngilizce öğretmenim vardı ve dersteki her konuyu futbolla ilişkilendirmeme müsaade ederdi. West Brom ya da Chelsea hakkında 10 dakika boyunca gevezelik etmeme izin verir, sonra da bunlar ile öğrendiklerimiz arasında bağlantı kurardı. Serbest bırakıldığımda yıkılmıştım çünkü futbol, okuldaki kimliğimin büyük bir parçasıydı. Öğretmenim artık konuşmadığımı görebiliyordu. Gururum o kadar kırılmıştı ki haberi arkadaşlarıma bile vermek istemedim.

Rüyamın sona erdiğine inanıyordum.

Bay Kerr bir gün dersten sonra beni kenara çekti ve problemimin ne olduğunu sordu. Ben de anlattım. Bana çok içten bir şekilde şöyle söylediğini hatırlıyorum: "Ülkede kaç tane kulüp var? 80 civarı olmalı, değil mi? Bir tanesini bulacaksın. Sakın pes etme. Hayalinden asla vazgeçme."

Birkaç hafta sonra Sheffield United altyapısına katıldım. Keşke beni transfer ettiklerini söyleyebilseydim ama daha çok orada bulunmama izin vermişler gibiydi.

Dört yıl sonra Chesterfield formasıyla ilk gerçek profesyonel maçıma çıktım. Ocak ayının ortalarıydı ve Accrington Stanley deplasmanındaydık. Hatırladığım kadarıyla saha çamur deryasıydı. Maçın ikinci yarısında, görebileceğiniz en kötü gollerden birini yedim. Kendi kaleme atmıştım. 3-0 gerideydik ve tribünlerden bana yönelik "Hepsi senin hatan! Hepsi senin hatan! Hepsi senin hatan!" sesleri geliyordu.

O anda boyunuz 15 santimmiş gibi hissediyorsunuz. Ve League Two'da (İngiltere 4. Lig) taraftarlar sahaya o kadar yakın ki tribünlere döndüğünüzde ihtiyarın biriyle göz göze gelebiliyorsunuz.

O kadar yakınlar ki karşılık vermezseniz garip görünüyor. "Arkadaşlarımla beraber birkaç bira içmiş hâlde tribünde olsaydım buna bayılırdım." diye düşündüm.

Bir sonraki deplasman maçında, nedenini bilmiyorum ama taraftarlar bana yabancı madde atmaya başladı. Ben de arkamı dönüp rastgele birini seçtim ve pis pis gülerek el sallamaya başladım.

Bütün tribün o ihtiyara doğru döndü ve gülmeye başladı.

Omuzlarımdan bir yük kalkmış gibiydi.

Maç sırasında oyun ne zaman dursa arkamı döner ve küçük bir şaka yapardım. İyi bir espride bütün tribün gülmeye başlardı. Espri kötüyse hoş sözler duymazdım. Kulağa saçma gelebilir ama bu benim baskıyla başa çıkma yöntemim gibiydi. League Two’da, hatta Championship'teyken bile geçimlerini futboldan sağlayan insanlar için de oynuyorsunuz. Chesterfield'da küme düştüğümüzde, kulüp personelinin son maçtan sonra eşyalarını karton kutulara koyarak binadan ayrıldığını hatırlıyorum. Bunun sadece filmlerde olduğunu zannederdim. Malzemeciler, temizlik görevlileri, bilet satış yetkilileri... Hepsi saha sonuçları yüzünden işsiz kalmıştı.

Hayatın gerçekleri…

Bu çok ama çok zor bir dersti ve ne yazık ki öğrenmeye devam etmek zorundaydım. Profesyonel futbol hayatımdaki ilk dört sezonumda oynadığım takımlarda ligi 24, 20, 18 ve 20. sırada bitirdik. Geçen sezonki şampiyonluk yarışına kadar kulüp düzeyinde herhangi bir kupa için mücadele etmemiştim.

Belki de bu, mükemmel olmadıkları sürece hayallerine ulaşamayacakları söylenen tüm çocuklar için akılda tutulması gereken bir örnektir.

Doğru insanlar size inandığı ve ne kadar sıkı çalıştığınızı, bir takıma neler katabileceğinizi gördükleri sürece sizden nefret edenlerin söyledikleri önemli değildir. Mikel Arteta bende özel bir şeyler gördü ve önemli olan da buydu. Onunla ilk görüşmemde "Sadece kendin ol." dedi.

Bazı insanlar tuhaf bir ikili olduğumuzu düşünebilir çünkü o inanılmaz hırslı ve bazen ciddi görünebilen biri. Ben ise şakayı seven biriyim. Ancak her nasılsa birbirimizle iyi anlaşıyoruz.

Bana daha önde ve daha riskli oynamamı istediğini söylemişti. Ben de her antrenmanda öyle oynuyordum.

"Hayır, hayır, daha öne." derdi.

Her gün daha ileri.

"Evet, daha ileri."

"Lanet olsun, yarı saha çizgisine yaklaştım. Daha ne kadar ileri gideceğim?" diye düşünüyordum.

Bu kadar önde oynarken pek güvende hissetmediğimi açıklamama izin verdikten sonra bana kendisinin istediği şekilde oynayan takımlardan 10-20 farklı örnek gösterdi. Bazen içimden "Hocam burada efsane Barcelona'yı izliyoruz. Bunu başarabileceğimize emin misiniz?" diyordum.

Ancak sonunda sahada fazla düşünmemi gerektirmeyecek bir orta yol bulmayı başardık ve sonuçlarını da aldık.

Arsenal formasıyla ilk maçıma çıktığım Lig Kupası eşleşmesini hiç unutmayacağım. Bir Çarşamba akşamı West Brom deplasmanındaydık ve taraftarlarımız deplasman tribününde tezahürat yapıyordu. "Tanrım, umarım beni yuhalamazlar." diye düşündüm.

Maçın ilk beş dakikasında henüz topa dokunmamıştım bile. Bir kurtarış bile yapmamıştım. Ve hepsi benim adımı söylüyordu.

Tüylerim diken diken oldu. Bir ara her şeyi daha iyi anlamak için tribünlere baktım. O an fark ettim ki bunlar gerçek taraftarlardı. Bir Çarşamba gecesi West Brom deplasmanına gelmişlerdi. İnternette saçma sapan konuşan birkaç aptal vardı ama kimin umurunda? Gerçek taraftarlar hep arkanızdadır.

İşte o zaman kendimi evimde hissettim.

Kuzey Londra'daki ilk iki sezon genel olarak inanılmazdı. Açıkçası geçen sezon şampiyonluk hedefimize ulaşamadık ve bu hâlâ içimi yakıyor. Ancak kaydettiğimiz gelişimi düşündüğümde gerçekten gurur duyuyorum. Bir futbolsever gözüyle baktığımda kadromuz gerçekten çok kaliteli.

İlk dördü kaçırdığımız 2021-2022 sezonundaki bu anı asla unutmayacağım. Doğru yolda olduğumuzu o zaman anlamıştım. Newcastle deplasmanında 2-0 kaybettiğimiz maçın ardından otobüste Bukayo'nun yanında oturuyordum. Herkes çok üzgündü ama Bukayo ve Emile gibi altyapıdan çıkan gençlerin üzerinde fazladan bir baskı vardı. Maçtan sonra soyunma odasında yere uzanmışlardı. Otobüse bindiğimizde Bukayo sessizdi. Genelde mağlubiyetten sonra bile sohbet edecek bir şeyler buluruz ama o gün kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Saka yanımda oturmasına rağmen ona bir mesaj göndererek iyi olup olmadığını ve sohbet etmek isteyip istemediğini sordum.

Sonrasında birkaç dakika sohbet ettik. Konuştuklarımızın çoğu kendisiyle aramızda kalacak ancak ona futbolda kaç kez başarısız olduğumu hissettiğimden bahsettim. Özellikle Avrupa Şampiyonası'nda gördüğü kötü muameleden sonra bir takımı 8. sıradan 5. sıraya çıkardığı için ne kadar gurur duyması gerektiğini anlatmaya çalıştım.


Şu ana kadarki en iyi lig derecem 18. sıraydı.

Başarısızlıklar; her şeyin harika gittiği ve herkesin sizi samimiyetsizce övdüğü zamanlardan çok daha öğreticidir.

Geçen sezon şampiyonluğu kaçırdık ancak 2020-21'de 8'inci olan takımı önce 2021-22'de 5’inciliğe, sonra 2022-23'te ise 2'nciliğe taşıdık. Bununla birlikte kulüpte inşa ettiğimiz kültürü seviyorum. Arsenal taraftarı olmak için harika bir zaman. Kendi adıma takım arkadaşlarıma, menajerime, tüm personele ve taraftarlara geçen sezon beni destekledikleri için teşekkür etmeliyim.

Yazının bu noktasında işler biraz ciddileşiyor.

Hayatımızda kamuoyunun bilmediği şeyler oluyor. Geçtiğimiz yıl ben ve ailem karmaşık duygular yaşadık. Premier Lig'de zirveye tırmanmanın ve ilk Dünya Kupası deneyiminin verdiği mutluluğun ardından eşim ve ben, ilk çocuğumuzu beklediğimizi öğrendik. Arteta, Dünya Kupası'ndan sonra bana birkaç gün daha izin verdi ve biz de kısa bir tatile çıktık. Hayatımızın en mutlu dönemiydi. Sonrasında yaşadıklarımızı anlatmak kolay değil ama insanların bunu bilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Eve dönerken eşim uçakta düşük yaptı.

Londra'ya geri dönüşteki o altı saatlik uçuşun acısını şu an bile tarif edemem. Benzer durumu yaşayan insanların, yalnız olmadıklarını bilmelerini istiyorum. Döndüğümüzde, olanlardan pek fazla kişiye bahsetmedim. Sadece aileme, takım arkadaşlarıma ve tabii ki Arteta'ya anlattım. O her konuda harikaydı. Şampiyonluk yarışının ortasında, kulübün üzerinde bu kadar baskı varken bile, durumla başa çıkabilmem için biraz izne ihtiyacım olup olmadığını sordu. Mikel; benim ve ailemin iyi olması için elinden gelenin fazlasını yaptı.

Benim için bir menajer böyle olmalı.

Her zaman her konuda aynı fikirde olmayabiliyoruz. Bazen futbol hakkında çok hararetli konuşmalar da yapıyoruz. Ancak oyuncularını çok önemsiyor ve acımızı paylaşırkenki tutumuyla sonsuza dek saygımı kazandı.

Üç gün sonra derbide Tottenham ile oynuyorduk ve kafamı dağıtmanın tek yolu buydu. Futbol benim için her zaman bir kaçış yolu olmuştur. Arteta'ya oynamak istediğimi söyledim. Daha iyi bir gece olamazdı. 2-0 kazandık ve deplasmana gelen taraftarlarımız sevinçten çılgına döndü. Maçı tekrar izlerseniz son vuruşu yaptığımda yüzümün güldüğünü görebilirsiniz. Sonra kalenin arkasından su şişemi almaya gittim. Bir Tottenham taraftarının sırtımın tekmeleyeceğini tahmin bile edemezdim.

İngiltere'de taraftarlarla çok ateşli diyaloglara girdim. Bana aklınıza gelebilecek her şeyi söylediler. Ama hiçbir zaman çizgiyi bu şekilde aşmadılar. Soyunma odasına döndüğümde kutlama bile yapamadım çünkü polise ifade vermek için dışarı çıkarılmıştım.

Bunu yapan adam için üzülüyordum çünkü beni kişisel olarak tanısaydı ve şu an neler yaşadığımı bilseydi bunu kesinlikle yapmazdı. Bir gün karşılaşsak ve futbol hakkında sohbet etmeye başlasak muhtemelen arkadaş olurduk.


Bu makaleyi yazmamın, kendimin ve ailemin hikâyesini ilk kez paylaşmamın bir nedeni de bu. Özellikle son birkaç yıldır futbolda çok fazla olumsuzluk ve toksiklik görüyorsunuz. Sosyal medya ve stadyumdaki birçok insan sağlıklı düşünemiyor.

Bu yazıyı yayımladıktan sonra, söylemesi ne kadar üzücü olsa da eşim ve kardeşimle ilgili mesajlar alacağımı biliyorum. Diğer oyuncular, özellikle siyahi takım arkadaşlarım, daha kötü mesajlar alıyor. Nedense sosyal medya şirketlerinin bunu durdurmaya hiç niyeti yok gibi görünüyor.

Ama benim için mesele zaten bunu durdurmak veya troller değil. Onlara ulaşamayacağımı biliyorum. Benim için önemli olan, doğruyu savunmak.

Bu, bir insan ve bir baba olarak nasıl biri olmak istediğimle ilgili.

Bu yaz Georgina ve ben, dileyebileceğimiz en güzel hediyeyi aldık. Georgina'nın tekrar hamile olduğunu öğrendik. Küçük bir Arsenal taraftarı geliyor ve çok mutluyuz.

Baba olacağınızı öğrendiğinizde, bu sizi gelecekte nasıl bir insan olmak istediğiniz hakkında düşünmeye itiyor.

Lig şampiyonluğu yaşamayı ve kupayla Kuzey Londra'da zafer turuna çıkmayı elbette hayal ediyorum. Dünya Kupası ve Şampiyonlar Ligi'ni de kazanmak istiyorum ama bunların hepsi futbolla ilgili.

Kişisel olarak başka bir hayalim daha var.

Sevdiğim bu oyunun herkes için güvenli ve hoşgörülü bir yer olmasını istiyorum. Kardeşim Ollie'nin -cinsel yönelimi, ırkı ya da dini fark etmeksizin herhangi birinin- taciz korkusu yaşamadan maçlara gelmesini istiyorum.

Emirates Stadyumu'nda kupa kaldırırken kardeşimin de benimle birlikte orada olmasını istiyorum.

O zaman troller bize ne söyleyebilir ki? Hiçbir şey.

Seni seviyorum kardeşim.

Aaron

* Arsenal kalecisi Aaron Ramsdale tarafından kaleme alınan bu yazının orijinali, Ağustos 2023'te theplayerstribune.com'da yayımlanmıştır.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çernobil Faciasının Yok Ettiği Futbol Takımı: FC Pripyat

Gerçek Pierre'i Tanımak İster Misiniz?

33 Yıl Sonra Şampiyon: Hiçbir Şehir, Kahramanlarını Napoli Gibi Sevemez